Quantcast
Channel: İzDüŞümler
Viewing all 104 articles
Browse latest View live

Kültür mantarı

$
0
0


Biliyorum nicedir ıssızladım buraları.


Soğuk havalarla birlikte sıcak şehirlere göç etme isteğine sahip bünyeyi hay huyla eylendiriyorum öylesine işte.


İş güç aynı yoğun ve tatsızlıkta süre gitmekte şimdilik.


Bir şeylerin sonlarına yaklaştıkça başlangıçlarım artıyor.Haydi hayırlısı :))


Kültür mantarı gibi o tiyatro senin bu sinema benim oradan oraya akmaktayım.


Önceki hafta sonu Levent Üzümcü'nün "Tehlikeli ilişkileri"ne gittik .Çekirdek kadrodan Burcu kuş ve mercimek son dakika yan çizince Zilsiz'imle ve iki arkadaşımızla birlikte izledik oyunu .Hoş ben trafiğe takılıp 10 dakika gecikince içeri alınmadım.Birinci yarıda onlar oyunu izlerken ben dışarıda sıkıntıyla pazar günü trafiğine söylenerek arayı bekledim.Allah'tan daha evvel sinemalarda Michelle Pfeiffer 'ın oynadığı bir film olduğundan konuyu biliyordum.İkinci yarıda zorlanmadım ama tekrar gitmeyi planlıyorum.Levet Üzümcü'nün peformansını çok beğendim.Beni yakinen ilgilendiren kostümler de çok iyiydi.


Sonra çıkışta ne zamandır gitmediğimiz Mihribah Sultan'a gittik.Rahat beş senesi var herhalde.Epey değişiklikler olmuş ama ben eski salaşında salaşı hallerini bildiğimden yeni çehresini çok sevmedim.


Cuma akşamı da Lüküs Hayat müzikaline gittik.Kültür mantarı diye boşa demiyorum :)


Artık Devlet Tiyatrolarının klasikleri arasındaki bu oyunu maalesef ilk defa izledim.Çocukluk yıllarımdan hatırlamaktayım sanki tvlerde oynamıştı bir aralar.Konuyu bilmeme rağmen 3,5 saate yakın süren oyunu keyifle izledik.O kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum takdir ettim doğrusu.Yeni adaptasyonlarla,Zihni Göktay Ferhan Şensoy'un Ferhangi şeyleri havasında giydirmeceler yapıyordu oyunda çok beğendim.Oyun bittiğinde ortalık alkıştan yıkılıyordu .Avuçlarım patlayana kadar alkışladım sanırım.Zihni Göktay'a Allah uzun ömürler versin.Ve biz daha çok gidip onu ayakta alkışlayalım avuçlarımız kızarana kadar inşallah.


Cumartesi günü seminer vardı .Geçen hafta olduğu gibi dün de film izledik.daha evvel izlediğim ödüllü bir filmdi.Ama hiç sıkılmadan bir daha izledim "Pan'ın labirenti'ni".Bazı sahneler tokat gibi insanın suratına çarpsa da kesinlikle izlenecekler arasında olmalı . Geçen cumartesi de sinema günüydü seminerde. "Herşey aydınlandı"yı izledik yine hep birlikte.Çok beğendim fimi .Nefis bir kurgusu vardı filmin.23 yaşındaki Jonathan Safran Foer'in gerçek hayatından kaleme aldığı ilk romanı sonrasında film yapılmış. ilk fırsatta kitabını da okumak istiyorum .


Seminer çıkışı Java aradı.Sinemaya gidelim dedi.Ben caddede o karşıda olunca makul bir saatte gidemedik filme.Son matineye bilet alıp."Aşka fırsat ver"e gittik.Bu saatte film izlemeyi seviyorum kimsecikler olmuyor.Hele böyle Fransız filmlerini pek seven olmadığından bizim gibi üç beş kişiyle izleyebiliyorsunuz filmi.Ayaklarımı öndeki koltuğa uzatıp yatar pozisyonda izledim keyifle.Java'da filmi çok sevmedi ama ben yönetmenin "Cesaretin var mı aşka"dan tarzını bildiğim için çok beğendim.


Sonra dikkat ettim fil ekimini kaçırdım diye hayıflanan ben nerdeyse iki hafta içinde 1,5 tiyatro ve 4 film izlemişim.Bir şeyler izlemek zaten çok dolu olan kafamı boşaltmaya iyi geliyor bu aralar o sebeple...


Eylemlerimiz devam edecek ;)


İyi haftalarımız olsun :)

PENCE(NDE)RE

$
0
0


İşten geç çıktım yine .Bin tane ipin ucunu bulmaya, bulduktan sonra birbirine bağlamaya çalıştığım günlerdendi.Artık böyle olmadığı zamanlar garipsiyorum rutine bindi...


Gün ortasında çok sevdiğim doktorumu aradım nihayet.Bir süre önce öğrendiğim ama hep nedense reddettiğim ertelediğim o acı haberi teyit etmiş oldum.Akciğer kanseriydi ve ocağa kadar burda yoktu.Yurt dışında tedavi görecekti.Çok moralim bozuldu.Sanki aradığımda yine o çıkacak telefona ve söylenilenler bir söylenti olacak kalacaktı.Gerçeğin beş parmağının izi çıktı yüzümde:(
Çıkışta işime yakın bir arkadaşıma uğradım biraz kafamı dağıtayım diye o bile neşelendiremedi beni her zamankinin aksine...

Yorgun argın geldim niyetim duş alıp hemen uyumak.
Gözlerimi kapadım.Ama kapamamla açmam bir oldu.
Aman Allah'ım o hengamede farketmedim nasıl bir vızıltı var dışardan gelen bu kedi gibi miyavlayan benim pencerem mi ?

Pencere pencere değil mübarek mart kedisi ve üst kattaki pimapenlere kur yapıyor.

Yahut yeni doğmuş bebek gibi ağlıyor...

Ya da keman çalmayı bilmeyen biri almış eline o muhteşem melodiler dökülen aleti arşe yerine paslı bir jiletle lime lime ediyor telleri ...

Gerçi telli değil üflemeli bir çalgıyı örnek vermek daha doğru olur sanırım.

Zurna ? evet evet zurnanın zort dediği yerdeyim ne de olsa...

Nasıl hissiyatımı anlatabildim mi ?kulaklarınızda canlandı mı ?

Benim gibi çıt çıksa uyuyamayan birine yapılacak şey midir şimdi bu ?

Bütün saçlarım havada Mac Gayver gibi türlü icatlar yöntemler denedim yok.Pimapen bir gecede ne olur da yamulur bilemedim.Rüzgar mı ters esiyor çözemedim.Panjuru indirdim ordaki akımı keserse belki ses azalır ya da kesilir diye o da olmadı.

Resmen canlı gibi ...Ben sinirlendikçe o da bana karşılık veriyormuş gibi geliyor.Arada bebek vızıldaması gibi de sanki sesinin şiddeti perde perde yükseliyor...

Hani dicem ki bir gece de pencerenin pimapeni yamuldu.Ama panjuru kapatıp hava akımına baraj gibi set çektiğim halde nerden o sesi çıkartacak akım oluşur.

Yatağım haricinde kanepede falan da uyuyamam.Ne güzel aman sabahlar olmasın modundayım artık bu gece.


Şu an kulağımda kulaklıklarla son ses müzik dinleyip o iğrenç sesi duymamaya çalışıyorum.


Uykum mu ?


Ne idüğü belirsiz bu iğrenç mart miyavlaması ,bebek mızıldaması,keman böğürttürmesi ,zurna zortlaması karışımı sesin yanında dağa kaçtı yandı bitti kül oldu...

KESİM

$
0
0

Başlıktan yaklaşan kurban bayramıyla ilgili bir şeyler yazacağım yanılgısı doğmasın bu kesim başka bir kesim:)

Yakın kız arkadaşlarımdan bilirim ne zaman bunalsalar saçlarıyla oynarlar.Ya rengi değişir ya boyu ...Her hafta fön çektirmeler ,bakımlar,manikür vs.Kuafördeki o ilgi alaka bile onlara çok iyi gelir bir taraftan manikürcü kız elleriyle uğraşırken bir taraftan saçının başının yapılıyo olması keyif verir onlara kendilerini prenses gibi hissettiklerini söylerler...

Bense tam tersi boya zamanım gelmediyse uğramam .Fön çektirmekten hiç hazetmem.Saçlarım düz nasılsa kendim bir şekilde şekle sokarım programım olduğunda...

Ben de tuhaflık biliyorum ama ne yapayım bunalıyorum kuaförlerde.

O kadar etrafımda insanının fır dönmesi sürekli bir şey içermisin diye sormaları,onlarca çalışan fön makinesinin sesi,kadınların vacur vucur konuşmaları,ceketimi paltomu tutmaya kalkmaları daraltır,uyuz eder beni..

Hele öyle buhran zamanlarımda yaptırmam gereken bir şey varsa hayatta gitmem çünkü tahammül edemem o ruh haliyle etrafımda o kadar çok insanın saçlarımla oynamasına o gürültüye...

Gitmek zorunda olduğum zamanlarda genelde pazar günlerini tercih ederim ki daha relax olayım sabırla oturup kıpraşmadan insanların işini yapmasına izin vereyim diye düşünürüm.

Ama yine de içim darlanır patlayacak gibi olurum.Bütün gazateleri, dergileri yığarım önüme ki bir şeyler okurken kendimi kaybedeyim ve vaktin nasıl geçtiğini anlamayayım isterim.

Geçen hafta sabah işe gitmeden önce uğradım kuaförüme.Boya -badana kısmını atlattıktan sonra her zaman "Kırıklarını alır mısın? " yerine o kelimeyi küllüm kullanmayan ben "Kısaltalım" dedim.Kuaförüm inanamadı tabi dalga geçtiğimi sandı "Yo ciddiyim saçımı kesebilirsin" diye yineledim.Dünden razı olan kuaförüm bastı makası.

O "Ne zamandır Rapunzel gibi oldu saçların artık kısaltalım" dedikçe ben yanaşmıyordum.

Saçlarım kısalınca Benhur gibi gücümün azalacağına mı inanıyorum nedir ayda yılda bir kestiririm saçlarımı.

Ama baktım ki Fadime olma yolunda ilerliyorum."Tamam" dedim vur makası usta...

Saçım kesildikçe,kısaldıkça sanki üzerimden yük atıyomuşum gibi hissettim.Önleri iyiden iyiye kısaltıp sonra pırtık pırtık rötuşlarken bir an yıllar önceki görüntüm geldi aklıma...
Aynı surat ifadesiyle o halinden bulunduğu yerden hiç memnun olmayan o somurtuk küçük kızı gördüğüme yemin edebilirim.O zaman ki kuaför maceralarımı hatırladım.Saçlarım kesileceği zaman annemle orduevinin yolunu tutardık.ben öfleye pöfleye koltuğa oturur kurbanlık koyun gibi beklerdim benimle ilgilenen asker abiyi.Saçlarımı kısalttıkça yanaklarım domates gibi çıkardı.Ve ben aynı o zamanlarda da aynı bugün ki gibi öfleye pöfleye bu işlemin bitmesini beklerdim.Beni oyalamak için getirilen tostlar meyve suları hiçbirşey umrumda olmazdı.
Heyhat ! bir insan yedisinde neyse yetmişinde de aynısı oluyormuş gerçekten...

Kesim bitip fön çekilirken içeri bir bayan girdi kısacık kesilmiş erkek saçlarına röfle yaptırma isteğini söyledi.Kuaförümde "Keşke dün kestirmeden önce söyleseydiniz röfle yapar ondan sonra kesimi yapardık" dedi."Eyvah eyvah "dedim içimden ablaya da benim gibi esmişler kestirmiş ama sonrasında hoşlanmamış ki bir renk katmaya çalışıyor."Yok" dedi "zorda olsa röfle istiyorum "...Erkeklerin üç numara traşından az biraz uzun saça nasıl röfle yaptılar ,o röfle paketleri nasıl tuttu merak ettim ama benden sonrası tufan deyip işim biter bitmez güne karıştım.

Şimdi saçlarımı kestirdim ya şüpheleniyorum.Acaba depresyona mı giriyorum ?Bundan sonraki adımım alışveriş çılgınlığı mı olacak?

Haydi hayırlısı...

Ha bu arada buralarda olamazsam herkese iyi bayramlar.

Umarım yurdum insanı kurban kesmekle,katletmenin aynı şeyler olmadını anlamıştır bu bayram.

Çoluk çocuk o bildik vahşet kesim tablolarına şahit olunmaz.

O zaman sakatsız ve sakadatsız günler olsun hepimize :)

BU BAYRAM...

$
0
0

Ben bu bayramda kesilen hayvanların hiçbirini görmedim.

Evet kafamı deve kuşu gibi toprağın altına soktum.televizyon seyretmedim.Gazete okumadım."Yazıktır... "diye anlatmaya teşebbüs edenleri susturup konuyu değiştirdim.
Ben bu bayram o iğrenç katliamları görmezden geldim.
Değiştirebildim mi gerçekte olanları ?
Hayır. !!!
Ama dini vecibeler altında hayvanlara zulmedenleri görmezden geldim...
Bir yerlerde okudum."Belki de gerçek kurban kestiğimiz o hayvanlar değil de inancımızdır.Bir kan akıtmakla yerine getirdiğimizi sandığımız inancımız..."

"Canı alınan" hayvanlar yerine ,"canı yapılan" evlere konuk oldum.Kalın
İlk ziyaret ettiğim kendisini köpek sanan kedi Çakıl oldu ne de olsa evin en büyüğü.

Küçükken geldiğinde miyir miyir sesler çıkardığı için adını miyirdek takmıştım.
Kendisi hem cinslerine duyduğum soğukluğu ve ilgisizliği yıkmış şahsiyettir ayrıca.Uyurken üzerime kurulup gözlerini aynen bu şekilde açarak dik dik bakarak gecenin bir yarısı gözümü açtığımda yüreğimi hoplatmış olsa da canımızdır ciğerimizdir.Yanaklarını kaşırken şükran duygusunu elimi yüzümü yalayarak teşekkür eder ki bu hareketiyle Ares'ten farkı yoktur gözümde...

Nadir yerlerde görürsünüz genelde kapıların üzerinde ya da dolapların üzerinde çita gibi dolanır.

Bu da Minnoş'umun kedisi Sarafina.Sahibi de aynı bunun gibi süslüdür.Süsüne olan tutkusu kedisinden belli değil mi?Bu kedisi ...
Bu da çantası..."Sarafina'nın göbeğinden mi kesip çanta yaptın ?" dedikçe "Hayır o benim Barbie çantam..."diyor.Zaten ismi de Barbie'nin kedisinin ismi...Bakar mısınız kedi bile göbeğindeki tüylerden zor ayırt ediyor çantayı :))


Ve bu da minnoşum ,halasının çikolatalı dondurması :)

Bunları yazmıştım baba Ares...Cefakar anne Kar tanesi...Kardeşlerden geriye kalan iki kafadar... İz tv olarak bize ayrılan sürenin sonuna geldik...
Sevgi pıtırcığı modunda tekrar kavuşuncaya dek hoşçakalın.
Sevgiler,hörmetler,tekrardan iyi bayramlar :)

YİHHUU !!!

$
0
0


Tarihe notumdur.


Bu sabah itibariyle İstanbul 'da bir hastanede bir bebek dünyaya geldi.Bu bebeğin diğer binlerce bebekten ne farkı var.Annesinin dört kere dünyaya getirdiği ama maalesef sağlık sorunlarından dolayı yaşamadığı kardeşlerinin sonuncusu ve sağlıklısı.Bir süpriz yaptı anne babasına ve hiç beklemedikleri bir anda "ceee ben geliyorum" dedi.


Annesi ofisimizde bize güzel yemekler pişiren ve bana bıkmadan usanmadan her daim kahve yapan ve gün içersinde güzel saf kalbiyle bana enerji veren en olunmaz anlarda sıkıntılarda farklı bakış açısıyla rahatlatmaya çalışan o anlarda bile acaip yorumlarıyla beni gülmekten öldüren Elmas'ımız.


Hamileliğinin son dönemlerinde yine sıkıntılar baş gösterdi.Bebek su kaybetmeye başladı.Bana dedi ki "Biliyomusunuz sizin isminizi koyucam kızıma bana siz uğur getirdiniz.Hem kızımda sizin gibi sabırlı ve tuttuğunu koparan biri olsun,sizin gibi inatçı olsun .Annesi gibi sessiz olmasın ezdirmesin kendini."Bu sözleriyle beni gider ayak yine çok mutlu etti.Yirmi gündür hastanedeydi.Her seferinde ondan telefon geldiğinde tatsız bir şey duymak endişesindeydim.


Ama bu sabah onun telefonuyla gözümü açtım.Dedi ki "Adaşınız da gözlerini dünyaya açtı"Afyonum patlamadan içimde sanki havai fişekleri patlamaya başladı.Hani Allah uzun sağlıklı ömürler versin kaç tane yiğenim var bir sürü arkadaşlarımın çocuklarının doğumuna şahit oldum.Uzun zamandır bu kadar sevindirici bir doğum haberi almamıştım.Artık çocuk sahibi olmaktan ümidi kesmiş anne babaya bu dünyada verilebilecek en güzel hediye.Allah tüm isteyenlere nasip etsin inşallah.
Ve son olarak...
"Biricik kızımız ,gözümüzün Nur'u ,sevdiklerinle sağlıklı,huzurlu ve hep mutlu mutlu yaşa olur mu?İyi ki doğdun.İyi ki inatla hayata tutundun.Hayat bazen üstüne üstüne gelecek.Olsun aynen şimdi yaptığın gibi sana söylenenlere değil kendi bildiğini yapmaya devam et.Ha bu arada inatçlığının bana benzemesini isteyen annen eminim pişman olacak bir süre sonra ama olsun.

Sen bu yolda devam et :))"
Öperim o güzel yanaklarından.
Adaş teyzen.






ÖYLESİNE...

$
0
0

Şimdi Adaş yiğen gelince hooop yazacaklar değişti ister istemez.Ondan önce aklımda olanlar neydi yazmak için? Az biraz karışık...

Kötülerden başlayalım.Cumartesi seminerleri...Kızılderililer...Şayet bu hafta yazılacaklar,cümleler artmaz ise proje dışı kalabilitemin fazla olması...Nisandan beri az buçuk kızlderililere bulanmışlığım ...Her ne kadar yazmasam da.Kızılderili kolyem ,kızılderili oyuncaklarım,bir sürü kızılderili filmlerim ... izlediklerim ,dinlediğim müzikler okuduğum kitaplar...Artı mıdır ?Hayır ...İddia ediyorum elimdekilerle başka biri olsa çoktan uçururdu projeyi.Kör noktama geldi.Olduğu kadar kotarmak niyetindeyim artık....

Çok şükür yazıyorum kaç gündür.Kriz bizi teğet geçti sanırsam...Ama buruk bir proje şeklinde ilerlemekte kendi çapında ...

Başka?Zilsiz'im geçen hafta bir gün öncesinde alo dedi."Kendi kendine konuşmaktır aşk" dedi "hadi gel" gittim kendi kendine konuşmak mıdır hakikatten aşk diye?Sonradan öğrendim ki Cezmi Ersöz'müş yazan.Aman bir severim, pir severim kendisini,biraz kasma gelir kelimelerle olan iştigali.. :p Olsun bilmeden gittiğim iyi olmuş .Kalp grafiği gibi inişli çıkışlı bir günde fazla bağırtılı bir oyundu ...

Lakin Cezmi abi'yi bilmeden bir söz akıl köşeme takılır gibi oldu sanki akıl-yürek köşemde bir yere..."Hayat kendi kendimize söylediğimiz yalanların toplamıdır..."

Ya da bu bağlamda bir şeydi.

O geceye ait çorbacıda içilen çakma biberiyeli çorba,taze zencefilli çay,Ara cafe,Zilsiz ve tebaası...

Ve son olarak.

Denizde karartı varsa,Kazım varsa dinlenenler içinde,derim ki "işte öyle bir şey..."

ASMALI

$
0
0


Bir güne ne kadar acayiplikler sığdırabilir ki insan.Bu geceye kadar ben de bilmiyordum :))

İşyerindeki türlü abukluklardan sıkılıp yakınlarda bi yerlerde yemek yiyelim içelim haftanın ,günün stresini atalım diye konuştuk.Mihmandarımız eski kurt gazeteci ablalardan biri.Bana en yakın noktayı Asmalı Mescit'i teklif ediyorum başıma gelecek abuklukları bilmeden... Arkadaşlarımın çok güzel bir mekanları var.Antakya yemekleri üzerine.New york Times'a bile konu olmuş bir yer.İstemiyorlar."Yakup'a gidiyoruz bu gece masamız hazır." diyor gazeteci abla "arkadaşlarım orada".Büyüğümüz kırmıyoruz gidiyoruz yemekler yeniliyor şaraplar içiliyor.Sohbetin dedikodunun biri bin para.Cık ben hala moda giremiyorum.Bedenim orda ama ruhum başka bir yerlerde .Sanki eve gelsem biraz müzik açıp kendi kendime kalsam daha iyi gelecek.Anlatılan abukluklara dudak ucuyla gülüyorum.

O arada arka masada bir kıpraşma oluşuyor.Meğer eski popculardan Suat Suna arka masamızdaymış.Dünyayla bağlantısı kesilmiş ben bi haberim bu durumdan.İnsanlar dönüp dönüp masalarına bakıyorlar.Küçük dağları az önce yaratmış havasında...Abi masaya kurulmuş purosunu da yakmış bir tüttürüyor ki sanırsın Che Guevara ...Sigarayı hiç sevmem purodan nefret ederim.O duman yüzüme yüzüme geldikçe zaten iyice uyuz oldum.Bir de abidik gubidik şarkılar söylemeye başlamadı ki hah dedim iyice...

O arada arkada kamera ışıkları yanmaya başladı.Arka masa iyice bir tüylerini kabarttı tavuskuşu gibi.Gençler bana müsade ben gidiyore...Gazeteci abla "yürü" dedi kahve içirmedin bana kahve ısmarlıcan...Kızlarla her zaman gittiğimiz salaş mekana yollandık mecburen.Tam kahve içeceğimiz mekana geldik o ilerde arkadaşlarını gördü."Gel selam vermeden oturmayalım ayıp olur" dedi.Mecburen arkadaşlarının yanına gidiyoruz.Aman Allah'ım o ne Erman Toroğlu'da masada .Bu bir şaka olmalı.Gece şahtı şahbaz oldu.Kendilerinden hiç hazetmem şimdi aynı ortamdayım öyle mi?

:(( Kimler yok ki Edip Cansever gibi içimden" masa da masaymış ama..." diyorum .Millet kapı gıcırtısına gülüyor.Adam insanlar güldükçe anlatıyor da anlatıyor.Benim de içim bayıldıkça bayılıyor.Gazeteci ablamıza bana müsade ben televole muhabbettinden sıkıldım diyorum.Olmaz tek başına gidemezsin birlikte kalkalım diyor.Ablacım bak arkadaşların var otur sohbet et bak ben her zaman burdayım atlıcam şurdan eve gidicem diyorum yok bu geceki kabus bitmemiş maalesef yine kalkıyoruz birlikte.Toroğlu ve gülen ekibinin ordan uzaklaşırken uzay mekiğinden kopan parça gibi hissediyorum kendimi .

İstiklal caddesindeki samanyolunun içine dalıyoruz...

Dalmak kelimesi metafor filan değil bildiğin dalıyoruz.kayan yıldızlar,kusan yıldızlar,kara delikler...cadde tam kıvamında yani...

Meğer gece bitmemiş ya da biri bana Truman Show'da ki gibi gizli bir kamera şakası yapıyor...

Meydana varamamışken bir telefon geliyor ablamıza.Bilmem kim arkadaşı çok önemli bir işle ilgili bir şeyler anlatıcam bir beş dakika mekanıma uğraman lazım diyor.Haydi görev aşkıyla tutuşan abla gidiyor da beni ne halt etmeye sürüklüyor anlamıyorum...

Arkadaşının mekanı türkü bar.Bildiğiniz şu Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki türkü barlardan bir tanesi .

Güzel ablacım bak seni severim sayarım arada eski türkülerden dinlemişliğim sevmişliğimde vardır.Ama türkü bar benlik bir yer değil.Ben türkü barlık hiç değilim.Ne etmeye zorla tuttun elimden beni de sürüklüyosun?

Yok illa beş dakika uğrayalım sonra gidicez diyorda diyor.Sanki arka fonda Mazhar Alanson "Beş dakkaya değişir bu işler'i benim için söylüyor..."Onlar ayak üstü konuşurken mecburen yanlarında dikiliyorum.Bütün gözler bize çevriliyor.Kendimi "selam dünyalılar ben dostum" dememek için zor tutuyorum o derece yani.

Sahnedeki abiler olayı aşmışlar.İlgi alaka katılımdan memnun bağlamaya yüklenmişler ama ne yükleniş...Elvis Presley o beyaz pelerinli kıyafeti içinde öyle havalı çalmıyordur gitarı...

Herkes şappi şappi el çırpıp eğlenirken ben pek bir sırıtıyorum içlerinde.Ablam halinden memnun işiyle ilgili bilgi alırken bir taraftan bana şimdi kalkıyoruz bir saniye gibilerinden işaretler yapıyor.

Yan masamda araba yedek parçacı diye mesleğini tahmin ettiğim kel kafalı abi yanındaki sarı-siyah röfleli kısa saçlı rus güllecisi tipli ablayla cilveleşiyor.

Tespih çeken abiler lilililili diye zılgıt çekerken bir taraftan beni kesiyorlar.Aman diyorum İz kafanı çevir o yana bakma .Çantamdan telefonumu çıkartıp Badoş'a mesaj atıyorum içinde bulunduğum abuklukları anlatan.Erman'dan başlayıp türkü bardaki kekomançilerle devam etmekteki macerama inanamıyor tabi yiğenim.

Ben de daha fazla inanamıyor ve dayanamıyorum ki çilemin 15.dakikasında "Benim gitmem lazım artık" deyip kalkıyorum.Gazeteci ablada arkamdan kalkıyor.Diyorum yeter bu geceki abukluklar son bulsun.Maazallah başka bir arkadaşın arar ya da birilerine rastlarsın benim bünyem bu kadar alışık değil sen takıl biraz daha istersen deyip müsade istiyorum.

Yolda kulaklarımda hala elektro sazlar çalıyor .Zılgıt sesleri perde perde yükselerek sazlara eşlik ediyor....

Oyy diyorum sanki oranın kokusu atmosferi üzerime sindi.15 dakikada Gönül Yarasında pavyonda türkü çığıran Meltem Cumbul oldum sanki..

Nihayet evdeyim.Akşamdan beri yaşadığım acayiplikler son buldu...

Huzur,sessizlik ,nane çayı ...

Bir de usulcacıktan Bülent Ortaçgil'e sığındım.Tam da bunları yazarken "... Ben bunları kimseye anlatmadım diyor..."

Ama ben bunları anlatıyorum sıcağı sıcağına ...

Uyumak varken yazmak geliyor içimden.Gecenin abukluğunu,asidini, alır belki diye ...

Dip sos:Bülent Ortaçgil'in bu dingin sesinin ,enfes gitar tınılarının arasından sanki bir yerlerinden deminki lelelelele sesleri fırlayacakmış gibi geliyor hala :((( .

AV MEVSİMİ

$
0
0



Av mevsimi diye tutturdum bu akşam...

İlle de bu akşam filme gidip izleyesim vardı.

Neden rahmetli Kazım Koyuncu'nun "Hayde"sini Cem Yılmaz söylüyormuş.İnternet sitelerinde dinledim ama kesmedi hangi sahnede söylemiş görmem lazımdı.

Hayde gidelum hayde diye tutturmam o yüzden...


Gittim de.

Filmle ilgili okuduğum yorumlarda ya yerden yere vurmuşlar,ya da göklere çıkarmışlar.

Şener Şen'i ,Çetin Tekindor'u,Cem Yılmaz'ı çook severim.hani Yavuz Turgul'da bu ekiple güzel bir şeyler yapmıştır diye düşündüm.Ama yanılmışım.

Görmek istediğim sahnenin dışında bir iki küçük detay sadece hoşuma gitti.Onun dışında maalesef bu ekibe rağmen hiç olmamış.

CSI ya da NCIS izleyen bünye fazla beklentiye girdi sanırsam.Av mevsiminden kıtkam boş döndüm.

Konuşmalar,kurgu olayların bağlantıları hakikatten ardı ardına acele çekilen dizi sahneleri gibiydi.

Girizgah çok iyiydi.Oyunculuk çok iyiydi,görüntüler çok iyiydi,müzik ve hayde sahnesi çok iyiydi.Ama genel anlamda bir sarkma vardı...

Üzgünüm ustalar.Emeğinize sağlık her zaman ne yapsanız ön yargısız yine gider izlerim.Ama dumanı üzerindeki hissiyatım budur.Filmde oturmazlıklar ağır basıyor.

Bu benim görüşüm herkes izler belki beklentilerinin karşılığını alır.Ben de türkü sahnesini görmeye gittim.Gördüm geldim :)


Gönül yarasının müziklerini çok beğenmiştim.Oradaki "...Etek sarı sen etekten sarısan..." gibi bu filmde de "Hayde" yi patlatmış çok da güzel olmuş.Laz karakter Cem Yılmaz'a yakışmış ama annesiyle olan konuşmalarda bile bir oturmamışlık vardı.Bir kere hiç bir laz kadını cenazesini ağıtsız bırakmaz.Etrafınızda var mıdır karadenizli bilmiyorum ama yeri göğü inletirler.Hani derler ya taş olsa yanındaki acıdan ikiye bölünür.Orada bile sanki yaşlı teyzenin rolü özensiz kalmış.

Hazır av mevsiminde av muhabbeti yapılıyorken bir şey söylemeden geçemicem.Bu kadar kurguda oturmazlıklar filan var diyorum ya onun yanında belki önemsiz kalacak ama...Yavuz usta belli ki avcılıkla bir şekilde ilgili.

O zaman keşke avcılıkla ilgili bazı ritüelleri de Çetin Tekindor rolüne adapte etseydi.Anlattığı av sahnelerine bir lafım yok .Av sahnelerine felsefi anlamlar yüklendirmiş fazlasıyla .Son sahnelerinde söylediği gibi çok iyi bir avcıysa yapmaması gereken hatalar vardı...

Neyse bu kadar laf yeter.

Hayde gidelum .

MİNİK ELLER & AYAKLAR ÜŞÜMESİN DİYE

$
0
0




Şimdi sevgili Efsa'nın blogundan geliyorum .Çok güzel bir kampanyayı duyurmuş blogunda ...

Bizlerden de katılım ve paylaşım beklemiş.Ben de o minik eller ve ayaklar üşümesin diye önce bloguma bu kampanyayı alıyorum sonrasında mail adresimdekilerle paylaşıyorum sonrası ben de kalsın...

Ben bu kampanyayı çok sevdim.Direk gözümün önüne o küçümen ayaklar geldiği için sanırım.

Sitelerinden aldığım duyuruyu aynen paylaşıyorum.

İlgilenebileceklere ben de buradan duyurmak isterim.

Yeni yıl geliyor! Bu yıl birmilyonkalem.com çocuklar için bir şey yapmayacak mı?" diye soran dostlar,


Biliyor musunuz küresel ısınma yüzünden değil, çocuklar üşümesin diye kış gelmiyor. Bir süre daha kar yağmayacak. 172 erkek 70 kız çocuğu sizden gelecek armağan paketlerini aldığında soğuklar iyice kendini hissettirecek ve kar yağacak.


Kahraman Maraş EKİNÖZÜ Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda okuyan 340 öğrenci için birer ayakkabı, eldiven almaya ne dersiniz?


Önceliğimiz ayakkabı... Sonra eldiven....


Her zamanki gibi kampanyayı bloglarımızda duyurarak işe başlayalım.


"Ben armağan yollamak istiyorum." diyen dostlar lütfen birmilyonkalem@gmail.com adresine e-posta yazsınlar ki kardeşlerimizin ayakkabı numaralarını paylaşalım.


Elimiz çabuk tutmalıyız şunun şurasında yeni yıla ne kaldı. Haydi minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın!

TEDDY

$
0
0


Şimdi Zeugma iki alt postta yazdıkça güzelleşiyosun demiş ya.

Esasında nisandan beri sürekli yazma durumlarım var.

Seminerdeki projemize destek alıştırmalar babında Akgün Hoca bizlere resimler yolluyor.Bizden de o resimleri hikayeleştirmemizi istiyor.

Yukarıda gördüğünüz bize yollanılan ilk resim.On beş cümleyi geçmeyecek bir hikaye yazmamız istendi bizden.

O çalışmada 10 ayrı resmi hikayeleştirdik.Sonraki çalışmada bize yollanan iki resmi birleştirerek hikayeleştirdik.

Şimdilerde dört resmi birleştirerek çalışmalar yapıyoruz.Toplamda kaç hikaye yazdım bilmiyorum.

Yol kat ettim mi?Pek değil...

Belki vücut çalışanlar gibi birden acaip fit bir vücudum olmayacak ama bu çalışmaların sonunda muhakkak belli kas gruplarında sonuç almaya başlayacağım.

Bu örneği verirken de bilinç altımın "spora başlamak için daha neyi bekliyorsun ?" dediğini duyar gibiyim :)

Şimdi aşağıdaki hikaye ya da hikayemsi yukarıdaki resme bakarak yazılan bir hayal ürünüdür.

TEDDY

Ayaklarına, sanki tonlarca ağırlık bağlıymışcasına sürüyerek çıktı odasından.

Mutfak kapısından arka bahçeye çıkarken , tezgahın üzerinden büyük ekmek bıçağını aldı.

Bahçede salıncak kurdukları ağacın dalına ,kemerle sıkıca bağladı onu.

Her zamanki şaşkın gözlerle kendisine bakan teddy'e, ruhsuz ,ifadesiz gözlerle bakıp ilk darbeyi oyuncağın sol bacağına indirdi .


Hiç içi acımadı Kate'in ,hiç ağlamadı ...

Oysa daha birkaç saat öncesinde, annesi nöbete gittiğinde ,ayıcığına sarılmış sıcacık yatağında uyuyordu.

Yorganın üzerinden çekildiğini hissedince uyanmış,doğrulmak isterken adam ellerini tek eliyle zaptedip,diğer eliyle, belinden çıkardığı kemerle karyolanın demirine bağlamıştı Kate'i.

"Canın acımayacak Kate ,sadece biraz eğleneceğiz" diyordu üvey babası her zamanki gibi...

Kate,çaresiz yalvaran gözlerle bakıp uzanıp almak istemişti deminki arbedede yere düşen ayıcığını .

Mengene gibi el ,küçük bedenini tekrar geriye doğru çekip sırt üstü
yatırdı hoyratça.

Tavana bakarken dünya sessizleşti.

Üzerindeki üvey babasının suratı silindi ,gitti .

Ayağa kalkan teddy, pantalonun fermuarını çekti homurdanarak bir şeyler söyledi ama bir kelimesini bile duymadı Kate.

Odada yanlız kalınca,yerinden doğrulup, yerdeki kemeri ve yatağın
üzerindeki teddy'i alıp ayaklarını sürüyerek çıktı odadan...

"Canın acımayacak Teddy,sadece biraz eğleneceğiz..!!! "

GÜZELLEME

$
0
0



Blog yazarken tam "iyi güzel daha sık yazmaya başladım " derken yine araya bir şeyler giriyor yazamıyorum.

Yazmak istediğim çok şey oluyor ama çok sevdiğim şarkıdaki gibi zaman düşüyor ellerimden tahta boşa yuvarlanıyor ,saatler izinsiz ilerliyor ve hakikatten duygularım değişiyor.


Aynı yukarıdaki bebiş gibiyim.Asabiyim ve mazeretim var...

Bu hafta işimle ilgili bir dönemece giriyorum duygularım çok karışık.Ya herro ya da merro diyeceğim bir hafta...

O yüzden ne yapıyorum?kendimi dışarılara vuruyor bu duygularımı sağaltmaya çalışıyorum.

Dün akşam bir arkadaşımın davetlisi olarak Tim 'de sahne alan Le Quatuor'u izlemeye gittik. Gidişimiz baya olaylı oldu ama izlediğimiz her dakikasına değdi .

Çok güzel bir gösteriydi.Dört çılgının keman ve çello çalarak yaptığı stand up tadında bir gösteriydi.Sahnede neler yapmadılar ki?Enstrümanlarını arşesiz çaldılar,elbise askısıyla çaldılar.Birbirlerinin ellerindeki kemanları diğerleri kendi ellerindeki arşeleriyle çaldılar.Dans ederek,ip atlayarak,ayaklarında paletlerle bir sürü akrobasi hareketleriyle çaldılar ve söylediler.

Her biri enfes çaldı ,söyledi ve parodilerle süslediler gösteriyi.

Rock'n roll'dan Bach'ha,Mozart'tan Sinatra'ya acaip sunuşlarla çaldılar.Aralarda ciddileştikleri bölümlerde four seasons geçişleriyle beni benden aldılar .

Çıkarken dilimiz dışarda koşuşturmalı stresli yolculuğa değdi dedik hepimiz.Tekrar Türkiye'ye gelirse kaçırmamanızı tavsiye ederim.Ya da gittiğiniz bir ülkede denk gelirseniz mutalka görün diyorum ki pişman olmazsınız.

İz tv olarak hizmette sınır yok diyerek bir kuble gösteriden izlemeniz için link veriyorum ki daha fazlasını kendinizde bulabilirsiniz.

http://video.google.com/videoplay?docid=4278293178721712713#


Şehirde başka neler oluyor derseniz çok güzel şeyler oluyor.

Geçtiğimiz çarşamba bizim için özel bir etkinliğe katıldık.Beyoğlu Atlas pasajında ki bu sergi hocamızın Polonezköyle ilgili yazdığı kitabın ve çektiği fotoğafların sergisiydi.

Hemen hemen tüm ekip katıldık sergiye.Keyifli ve eğlenceli sergi sonrasında hep birlikte Ara cafeye gittik muhabbete orada devam ettik...

Sergideki fotoğraflara bayıldım.Hele bir fotoğraf vardı ki bence çok çok özel bir şey yakalamış hocamız.

Arkada yemyeşil bir çimenlik... minik bir çocuk çömelmiş minicik eliyle elindeki yiyeceği öne doğru uzatmış önündeki sevimli sincapta çocuğun elindeki yiyeceğe doğru burnunu uzatmış almadan az önce kokluyor.Hem çocuk hem de sincap nasılda sevimliydi.Fotoğraf mini roman gibi dörtleme şeklinde kitapa girmiş.

İstanbul'daysanız mutlaka görün derim.

Ondan önce de Pera müzesindeydik.Çarlık Rusyası sergisi gelmiş ayağımıza kaçar mı ?

Yine seminer ekibiyle gittik.Harika bir sergiydi bitiş tarihini bilmiyorum ama bitmeden önce mutlaka ama mutlaka gidin görün diyorum.

İz tv olarak yine hizmette sınır tanımıyor ve link veriyorum :))

http://www.peramuzesi.org.tr/sergiler/detay_sureli_sergiler.aspx?SectionID=dNPI1fv2cMmEHfhoMz6KQw%3d%3d&ContentID=gMExqMc1El%2bSO5HHdgc3nA%3d%3d



Pera'daki her gelen sergiyi istediğimizde ücret ödemeden gidebililelim diye Pera dostu kartı çıkardık .Normal giriş 7 TL Pera dostu kartı 20 TL'ye daha avantajlı...

Pera müzesine gelmişken Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisini görmeden gitmek olmaz deyip indik aşağıya.Reprodüksüyonlarına alışık gözlerimi sahicisi bir süre kamaştırdı. Sonra alışınca diğerlerinden ayrılıp bir süre daha tek başıma karşısında seyrettim yine yetmedi.Tekrar makinemle ziyarete gideceğim yakında kendisini.Belki bu hafta ayarlayabilirsem...

Önümüzdeki hafta yine süper bir sergi getiriyor Pera...

Frida Kahlo'nun ve takıntılı sevgilisi kocası Dieogo Rivera'nın sergisi geliyor.Yihhu ve yuppie diyerek bu sergiyi bekliyoruz tabi ki :)

Kültür ve sanat haberlerinden derlediğimiz haberler şimdilik bu kadar.

Görüşünceye dek hoşca kalınız efendim.

2011

O1.01.2011

$
0
0

Yeni yılda bir sürü kararlar alırız ya hani bu sene hiç bir karar almama kararı aldım ben.
Bu aldığım kararla dakika bir gol bir ihlal ediyorum ama olsun :))
Bu sene hayat bana ne getirirse onu yaşayacağım.
Yapmak istediklerimle ,olabilenler arasında hayal kırıklıklarım olmayacak böylece...
Son postta yazdığım gibi işimle ilgili bir dönemece giriyorum ya herro ya merro demiştim ya.

Dönemeci alamadım.Artık işsizim :)
Yeni yılın ilk gününe bu şekilde girdim.Kulağa kötü geliyor biliyorum ama öyle değil şu an hissettiklerim.

Nedense haftalardır hatta aylardır üzerimde olan stresin gerginliğin üzerimden kalktığını hissediyorum.İşimi çok sevmeme rağmen baya bir hırpalamış beni demek ki.

Hani evliliğinizde bir şeyler yolunda gitmiyordur ama sadece alışmış olduğunuz düzeni kaybetmekten, o evdeyken sevdiğiniz şeylerden uzak kalacağınız düşüncesiyle hep ertelersiniz ya alacağınız bu kararı.
O erteleme yüzünden de sevdiğiniz evde mutsuz bir yaşam içersinde kapana sıkışmış gibi hisseder arafta kalırsınız ya.Sanırım ben de öyle oldum şu süre içersinde.

Dün akşam 20.00 ye kadar son toparlanmalarımı yaptım. Ve o çok sevdiğim mekandan çıktım.

Giderken arkamdan kapıyı kaparken korktuğum kadar olmadı.

Yeni yıla girerken ben hayatımda bir sayfayı daha kapattım.

Ve evet bugün inanılmaz dinginlikteyim.

Belki de kabullenmişlik.


Hava güneşli,mutfak balkonum kış bahçesi ambiansında.Hemen nescafemi kapıp sandalyelerden birine badoşun kedisi Çakıl gibi yayılıyorum .Gözlerimi kapadığımda evde değilim bozcaadada ayazma plajındayım sanki.Tamam biraz abartmış olabilirim.Ayazma değilde Olimpos/Çıralı olsun o zaman .:)



Sonra içimden yazmak geldi.İlk önce siftah burası diyorum.



Ne de olsa burası benim ağaç evim ...



Her daim buraya uğrayamasamda herşeyden herkesden kaçmak için tırmanıp ya da tırmalayıp yazmaya çabaladığım gizlendiğim ağaç evim.Yazarken yaşadıklarıma yukardan bakmamı sağlayan gizli sığınağım.



Birazdan hikayelerime dönüp hayal gücümün çekim gücüne göre iletişime geçeceğim kelimelerle .

Böyle yazınca da komiğime gidiyor sanki o ünlü yazarların romanlarına başlamadan önce yaptığı ritüeller gibi havaya sokuyorum kendimi.Öhömsss :)



Ve evet yeni yılın ilk gününde ruhumdaki bu dinginliği yoğurt mayası gibi geri kalan yaşantıma mayalamak istiyorum.



Daim olsun diye...



Ps:Evet iletişimden sonra çıkan yazı bu oldu.Aradığımız kelimelere şu an da ulaşılamıyor sanırım kapsama alanı dışında .

And the oscar goes to...

$
0
0


Yeni yıl hediyelerimin en sonuncusu sevgili Esmir'den geldi beni ödüllendirmiş .Yukarıdaki ödülü "Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel bloguma" adayarak aldım.

Ve ben de Oscar goes to havasına girerek bu güzel ödülü yüzümü gülümseten bloglara yolluyorum.

Sevgilerimle...:)


1-Zilsiz Zarife

2-Zeugma

3-Artık blog yazmama kararı alsada İzmir eşrafının son efelerinden Uykusuz

4-Noni

5-Efsa

6-Sıradan Bir Sazan

7-Sufi saja

8-Ayşegül

9-İçimden geldiği gibi

10-Kareli defter

Bugünlerde

$
0
0


Salı günü yağmurlu bir İstanbul gününde düştüm yollara.Hava acaip soğuktu tam miskinlik yapılacak bir gün ama...


Ne zamandır ertelediğim işler vardı .Daha fazla erteleme yok diyerek despotluk yaptım kendime.Farklı güzergahlarda işleri hallettikten sonra öğleden sonraya doğru yolumu Taksim'e çevirdim.


Hiç acelem olmadan bir yere yetişmek derdi olmadan,saate bakmadan,kimseyi bekletmediğimi bilerek dolaştım İstiklal'de.Önce Ara Cafede bir şeyler atıştırıp ne zamandır ertelediğim sahaflar gezime çıktım.


Uzun süredir Aslıhan'daki sahaf arkadaşıma uğramayı planlıyordum.Gün bugündür diyerek kokoreçcilerin arasından daldım sahaflar çarşısına.Arkadaşımın yanına geldiğimde sohbetle karışık dükkan taramasına giriştim.Bu ziyarette mahsül iyiydi.


Livaneli'nin Bir Kedi, Bir Adam,Bir Ölüm'ünü ,Ece Temelkuran'ın Ağrının Derinliği'ni,Richard Bach'ın Hipnozcu'sunu,Halil Cibran'ın Ermişin Bahçesi'ni,Murat Gülsoy'un Karanlığın aynasında'sı ve Buket Uzuner'in Şiirin kardeşi Öykü'sünü aldım.


Ve bingo.


Komşu dükkanda bu aralar ödevim olan ve almam gereken kitabı buldum.Denis Guedj'in Papağan Teoremi .


Seminerde yine bununla ilgili bir çalışma yapılacak.Ama öncelikle kitap ne menem bir şey okumam lazım.Başlangıç itibariyle gayet ilgimi çekti.Arka sayfadan alıntı"Çözülemeyen bir cinayet ve konuşan bir papağan matematik tarihiyle birleşirse ne olur?


Yedi tane tertemiz kitabı çok uygun fiyatlarla aldım.Elim kolum dolu pazardan ucuza meyve sebze almış teyzeler gibi huşu içersinde çıktım sahaflardan..Caddede yürümeye başladım.


Çiseleyen yağmura ve soğuğa rağmen sallana sallana yürüdüm caddede.


Sonra kulağıma tanıdık bir ses çalındı.Sanki çizgi filmlerdeki gibi notalar dans ede ede bana gel gel işareti yaptılar.Bu davetkar teklifi geri çeviremezdim doğrusu.Mephisto'ya daldım hemen.


Şarkıyı sanki banyoda aynananın karşısında traş olurken söylüyormuş gibiydi Bülent'cim Ortaçgil'cim .Enstrümansız sadece parmak şıklatarak söylediği şarkıyı dinlemeye başladım . Bir yandan şarkının sözlerini dinlerken kitaplara göz atmayı ihmal etmedim.Elimdeki poşetlerde bir dolu kitap yokmuş gibi bir kaç tanesiyle uzaktan uzağa flört ettim ama almadım.Umut Sarıkaya'nın "İşimdeyim gücümdeyim"karikatür kitabını aldım nasılsa o roman sayılmaz diye kendimi avutarak.Bir de ne zamandır izlemek istediğim V for Vendetta'yı .


Bu arada şarkı bitti.Şarkının sonunda ağzı dolu dolu "hoşçakalın" deyip gevrek gevrek güldü Bülent'cim ...


Ş harfini bu şarkıda nasıl da vurgulamış.Özellikle ressamlar Şaşkın derken ne hoş söylemiş...:))


Bugün bütün gün onu dinledim.Şarkıları beğendim.Cd deki bütün parçalar güzel.


Ama yedi yıl aradan sonra yeni şarkılarını dinlediğimde sanki yeni mahsül şarap içiyor hissini verdi bana.Sanki diğer şarkıları daha dinlendirilmiş de, bu yeni cd si sofra şarabıymış gibi ...


Dinleye dinleye dinlendiririm nasıl olsa hem dilime de dolanır. :)


Şarkının sonundaki gibi şimdilik "Hoşçakalın"

ŞAŞŞKINN ?

$
0
0

Flaş Flaş flaş...

Şokk Şokk Şokk...

İki saat önce ben kiminle konuştum ?

Günlerdir "Ressamlar şaşşkın" diye foşurtulu foşurtulu sesler çıkararak dilimden düşürmediğim her şarkısını ayrı sevdiğim ustayla Bülent Ortaçgil'le .

Vay anasını sayın seyirciler...

Dünya ne küçük, ve süprizlere ne kadar da gebeymiş 2011'de..

Şu anda bu satırları yazarken bile dumanı üzerimde tütüyor heyecanımın.:)

Kendimi Twilight'teki "İeedddvırrdd ,ieedvırrdd" diye kendinden geçen bebeler gibi hissediyorum.

Gecenin 12'sinde yatağa uzanmış bilgisayarda bir şeyler yazıp çizerken,aynı anda onun şarkılarını dinlerken telefonun ucunda o anda dinlediğin sanatçı sana iyi geceler dediğinde
gözlerin şaşı beş olmuş Serkan Altuniğne karikatürleri gibi kalakalıyosun işte...:)

Heyecanımı lütfen mazur görünüz.

Dediğim gibi genelde gecenin bu saatlerinde üzerimde pijamalarımla sevdiğim sanatçılarla konuşmuyorum:)

Sahi az önce çok sevdiğim her şarkısında beni farklı ruh haline sokan Bülent'cim Ortaçgil'cimle mi konuştum ben ?

Ne konuştum?

(Flashback)

Telefon çalar ...En yakın dost kişisinin adı çıkar ekranda ...Kendisi bir çekim için TRT binasında...Alo dememe fırsat bile vermeden" Bak telefona kimi veriyorum Nur'cum.Bülent Ortaçgil yanımda ".

Ben;........................

O:Merhaba Nur Hanım ben Bülent...

Ben;Ehe ehe Bülent Bey merhaba nasılsınız?

O;Teşekkür ederim siz nasılsınız?Duyduğuma göre çalışmalarımı çok beğeniyormuşsunuz...

Ben;Evet şarkılarınızı çok beğeniyorum.Son kasedinizi de çok (Ne kasedi salak yok taş plak... cd o cd )öhöms cdnizi de çok beğendim.

O;Ahahahaha öyle mi (Ay evet aynı Teoman'la Eylül Akşamı şarkısının konser kaydındaki gibi güldü yine gevrek gevrek canım ya...)

Ben;Özellikle Sen Ben şarkınızda ressamlar şaşkın deyişinize, sonunda hoşçakalın deyip gülüşünüze bayıldım.(Blogger burda kendini "Memet Ali Bey sizi ayilecenk seviyoruz "modunda bulup aynadaki pişmiş kelle gülüşünü görünce toparlanıp yaşına yakışır olgunluğa büründürmeye çalışıyor heyecanlı sesini.)
Ayrıca program öncesi yaptığınız bu güzel jest için çok teşekkür ederim.(Daha sakinlemiş bir sesle)

O;Ben teşekkür ederim .İyi geceler.Hoşşşçakalınn...

Ben;İyi geceler görüşmek dileğiyle...(Lütfen yakınlarda bir konseri olsun ve lütfen misafirim olarak buyrun gelin desin )

O;Dıt dıt dıt dıtt...

Elimde cep telefonum,yüzümde salak gülümsememle odanın ortasındayım.

Quasimodo gibi "Bana su verdi"diye odanın içinde dolanıyorum.

Bu gece ressamlar değil İzDüŞŞümler şaşkın

Hoşşçakalın :))

HAZİNSES*

$
0
0








Geçen sene yılbaşına çeyrek kala çok acayip buhranlı günler geçirmiştim.

Öyle ki yılbaşı günü bu postu yazmışım.

Sürekli dinlediğim Farid Farjad tam da o gün ki ruh halime uygundu.Her vuruşuyla yüreğimi geceden sosa yatırılan et gibi lime lime ediyordu.

"Beni öldürmeyen herşey güçlü kılar " mottosuyla arka arkaya dinlemeye devam ediyordum ben de ...

Bu akşam ezgileriyle beni lime lime eden adamın konserindeydim.Cd den dinlerken böyleyse canlısını dinlerken ne olurum diye merak ettim ve gittim.

Kendisine kemanı ağlatan adam diyorlar ya hani evet doğru hem kemanın hem de sizin ananızı ağlatıyor gerçekten...

Ama keman ve arşesi sizinle konuşuyor da...

Hüzünlü parçalar da arşesinden gözyaşı damlıyor sanki...

Hareketli parçalarda ise sanki ikisi de kıvrak dansözler gibi göbek atıp gerdan kırıyorlar.

Farid Farjad  ise nötr bir yüz ifadesiyle sadece çalıyor.

Sanki kemanı eline aldığı andan itibaren ruhunu onlara teslim ediyor.

Bir kukla gibi eli kolu hareket ediyor.Ama sanki bunu istemsiz keman ve arşenin kontrolünde yapıyor.

Size de o loş oditoryumda Farid Farjad'ın üzerindeki müziğin aurasını görmek kalıyor.

Benim gördüğüm parlak net beyaz bir ışıktı.Aynı sevimli hayalet casper gibiydi.Sadece sahnede değildi çok tempolu bir kaç ezgide  seyircilerin arasına karışıp tek tek  yanaklarına öpücük kondurdu.

Benim yanıma geldiğinde gözgöze geldik önce geniş bir reverans yaptı önümde sonra göz kırpıp öpücük kondurdu yanağıma.Sonra hızla sahneye ilerledi.

Arkasından seslendim "Lütfen Taghtam Deh" dedim. "Bu gece değil daha sonra ...Yine gel dedi" dedi.

"Peki " dedim hayal kırıklığı içinde...Oysa en çok bu parçayı dinlemeyi istemiştim konsere giderken :((

Eh artık bu parçayı dinlemeden ölmek yok deyip yapılacaklar listeme alıyorum ya da Farid Farjad konser maddesini silmiyorum listemden.

Hem belli mi olur tekrar sevimli hayeleti de görebilirim belki...

Biliyorum son dönemde Kral tvnin vceyleri gibi sürekli şarkı türkü yazıp dinleyin diyorum.

Yine yazıyorum ve ama isterseniz dinleyin diyorum .Malum şarkı sek rakı gibi aman diyeyim çok keyifli iseniz hafiften ayarınızı bozabilir :)

http://www.dailymotion.com/video/xezq6q_farid-farjad-taghtam-deh_music



*Müzikten dolayı mı bilmiyorum kendisini Sami Hazinses'e benzettim.Eh müzik de hazin ve hüzün dolu o zaman bundan böyle kendisi benim için Hazinses 'dir.

Yazdan Kalma

$
0
0



Dün ne zamandır elimi sürmediğim eski defterlerimin notlarımın bulunduğu kitaplığımı döktüm toparlamak için...Toparlama ve azaltma sırasında varlığını bile unuttuğum kilitli bir çantada ta lise zamanlarından yazdığım günlüklerim geçti elime.

Odanın ortasına herşeyi dökmüş dağıtmışken herşeyi bıraktım, yerde onları okumaya başladım.Sanki "Işınla beni Scati " demişim gibi Allah'ım nasıl iyi geldi o zamanda yolculuk...

Hepsini bitiremedim tabi ama gülmekten öldüğüm bölümleri tekrar okumak için ayraç koydum .

Sonra iyi ki yazmışım o zamanlar dedim.Yoksa hepsi unutulup gidecekti zihnimde yeni anılar yükledikçe .

Ve iyi ki bu blog olayına girişmişim dedim.Her anımı her duygumu yazamasamda unutmak istemediğim şeyleri burada biiktiriyorum anı koleksiyoncusu gibi...

Akşam üstüne doğru mailimde eski yazdığım yazılardan birini arıyordum.Yaşar Kemal'le ilgili.Mail içinde aratınca aşağıdaki bu yazı geçti elime ne alaka deyip okumaya başladım.

Çekirdekciklerimle bizde buluşma ertesinde yazdığımız notlar olduğunu anımsadım .

Bunu da unutmuştum.Okudukça o güzel güne geri döndüm içim ısıdı.Sonra mallerimin arasında kaybolmasın dedim o günün anısı.

Biraz bayatlamış bir yazı tarih itibariyle ama bendeki etkisi fırından yeni çıkmış ekmek çıtırlığında.


Burcukuş;
Cumartesi günü Nur'um, Nihalecan ve bendeniz Nur'cu çekirdekler olarak; uzun zamandır planını yaptığımız evde yemek, şarap, şamata, gırgır planımızı geçekleştirmek üzere Cuma akşamından sözleştik. Özhatun Hanım iş stresi, arkadaş koşuşturmaları ve artık neredeyse kronikleşen başının belası hastalıklardan bu sefer de Balık-'esir'de arkadaş düğünü oltasına takılmış; bu hafta da aramızda olamadı.


Burcu - Bowling

Nursen - iş/ev/temizlik

Nihal - bize faydası olmayan ev temizliği



Nur'un evinde buluşma

Sunset mayo

Metro

Tansaş



Yemek (Menü)

Şarap

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları

Kahve

Ekmek makinesi

Ayak yıkamalar

Nihal'in sivrileri ve bisiketleri

Yastık altı anahtarlar



Pazar kahvaltısı


Nihal'den

:):):) MERHABA SEVGİLİ DOSTLAR!

ÖNCE DOSTLARLA SARILMA

SONRA BİKİNİ ALIŞ VERİŞİ YAPAMAMAK!!!

METRO VE TANSAŞ, EVET GÜZEL AKŞAM YEMEĞİNİN BAŞLANGIÇ NOKTALARI

SEVGİLİ BURCU'M, SENİN İYİ BİR AHÇI OLDUĞUNU ÖĞRENDİM. ELİNE SAĞLIK.

EVET GECENİN EN GÜZEL SAATLERİNDEN BİRİ DE ''KAYBOLAN ANADOLU SESLERİ''.ÇOK İYİ BİR ÇALIŞMAYI VE MÜZİĞİ BOWLİNG YORGUNU SEVGİLİ BURCU'M SONUNA KADAR İZLEYEMESE DE NUR'CUMLA BEN KEYİFLE İZLEDİK.

BURCU'MUN DEDİĞİ GİBİ BU GÜZEL '' KABULLENME'' GÜNÜMÜZÜ ERTESİ GÜNÜ ZENGİN MENÜLÜ KAHVALTI İLE TAMAMLADIK.

NUR'CUĞUM,MİSAFİRPERVERLİĞİN VE DOSTLUĞUN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

BURCU'M DOSTLUĞUN VE YEMEKLER İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

TEK EKSİK DOSTUMUZ ÖZLEM'Dİ. ONU ÖZLEDİK ,ONA DA SELAMLAR…

ÖPÜYORUM HEPİNİZİ...





Ben'den belgesel eşliğinde özet...
(Ne de olsa düşük çeneliyim:)


Cuma akşamı trafikte gelen bir telefonla Nihal'cimle ctsi görüşsek mi sorgulamasından sonra Burcu'ya telefon açma.Yoldan Burcunun beni araması "önce hangisinin planını yapalım yarının mı yoksa tatilin mi "demesiyle önümdeki siyah- beyaz İstanbul Cuma trafiğinin renklenmesi.Cumartesi akşamı bana gelin dememle saydığı binbir çeşit güzel yemeklerden oluşan menüyle gecenin o saaatinde karnı aç olan obur boğanın "hepsini birden yapalım" diyen şahlanan iştahınımın sesi….

Cumartesi işe gitmeyerek sabah saati başlanan ev temizliği takribi misafirin öncesinde bitmesi…

Dostların gelmesiyle şenlenen ıssız ev…

Haydi kalkın bikini alışverişine zengin kalkışıyla yola çıkış…

Aaa benzin azmış ama mağazalar kapanmadan gidelim telaşıyla yolda kalabilite oranını yükseltme…

Sunset fabrikasının adres sorma aşamasında kamera şakası gibi cevaplar ...

Mayo-bikini deneme işkencesi,türk kadının ayna karşısında imtihanı,aklımdan popomda ve göbeğimde biriken yağların acaba hangisinin Çiya'da,hangisinin bira-cips,ya da Nescafe-bitter çikolata yerken oluştuğunu düşünme.Ya da kasaplardaki büyükbaşların parsellenen vücudu gibi vücudun abur cubur haritasını görümseme…

Metro alışverişinde kendini kaybetme...

Sonradan gurme Burcu'nun ağır tahrikli yemek tariflerine yenilme…

Alışverişe Tansaş da devam etme…Alışverişin Kırk gün kırk gece süreceğini düşünme…

Balıkesir'deki Öz'ün kulaklarını çınlatma…

Eve gelip hummalı bir yemek pişirme ve mutfağı tanıma operasyonu yaşama…

Yemekler şekillenirken ,açılan şarap eşliğinde mutfaktan müzik yayını yapabilmek için hummalı bir uğraş içine girmece…

Arka fondan gelen" yardım etsene "seslerine kulakları tıkayıp müzik hattını çekebilmek için alternatifler üretmece…

Sofranın hazırlanmasıyla ,çakma uzakdoğulu ama yakın Gestapo Burcu'nun karides krakerleriyle yemeğe oturma ama külliyen salataya el sürememe…

Pişmeyen ekmeklerin ,ayarlanmayan fırının müsebibi olarak şamar kadınına dönmece…

Kalkan şarap kadehlerinin her dilden sağlığımıza eşliğinde Balıkesir dolaylarındaki çekirdeğin çekirdeğine resimli mesaj tacizinde bulunmaca...

Bünyeye giren raiya ile birlikte mayışmaca,sofra toplamaca, salonda şarap ve sonrasında ikram edilen !!!yasemin çayı eşiliğinde " Anadolu'nun kayıp şarkılarını" almayı akıl eden bana kendi kendime müşekkir olup omuz başımda uyuyan Burcu'ya rağmen Nihal'le birlikte mest olma…

Yaşar Kemal gibi yollara dökülüp o bölgelere gidi gidiverme isteğiyle hayıflanma…

Dondurma servisi…

Uyanan Burcu'nun aldığımız konserve lychee meyvesini istemesi... konserve açacağının bulunamamasından gecenin o saatinde Mac Gayver vari kutuyu bıçak ve cezvenin arkasıyla açma başarısına erişen kendimi kutlama…

Lychee'nin body worlds'teki kadavraların göz yuvalarına benzetmemle meyveden anında soğumam ve yiyememem …

Burcu'ya iğrenç "lychee ağladığında " esprisi yapmama rağmen iştahla konserveyi bitirmesi …

Gecenin hatta sabahın üçünde kelebek saplı kahve fincanlarıyla türk kahvesi içmece…

Yatakların hazırlanması ve ev sahibenin uyuyamama sorunsalı ve sabah erken saatlerde yine kalkıp dergi okurken Burcu kuş tarafından yakalanması…

Sonradan gurme nin yardımıyla hazırlanan kahvaltı sofrası ve hiç övgü almamasına rağmen yine kendi kendimi tebrik ettiğim patatesli pizza omlet başarısı…


Türk kahvesi eşliğinde evde en sevdiğim şey salaklanma…

Pazar pazarı yoluna dökülüp yapılan ucuz penye alışverişi sonrası hala bakınan zat-ı alimin kızlar tarafından pazardan jiletle kazınması...

İte kaka arabaya binmişken Burcu kuşun haydi Büyükçekmece'ye gidelim demesiyle gözlerin açılması... Kültür parkdaki Trabzon evinde mıhlama yenilmesi…

Dünkü Alınamayan bikinin bir gün rötarlı da olsa aramıza katılmasını kutlamaca…

Herkesi yolda evine doğru yollarken içimden çekirdeğimin çitlerini ne kadar sevdiğimi ve iyi ki tanımışım ve iyi ki bana gelmişler düşüncelerini bir gün önceki temizliğe ve hamlamış vücudumun ağrıyan kaslarına rağmen sırıtan ve depolanan moralle haftaya cengaver gibi hazır olma…


Başroldekiler:Cin mısır denesi Nihal,Sonradan gurme çakma uzak doğulu yakın markajımdaki Burcu kuş,Hımbıl boğa 'nın içine kakılmış kaçmış hali ben…

Yardımcı oyuncular:Balıkesir'deki düğünde gerdan kırıp göbek atan Öz.

Hımmm bu veçhile ile bu satırları yazmamıza vesile olan İnan'a ve kuran Burcukuş'a ayrıca teşekkür...(Bilgisayar özürlüsüne el atan aile oluyor kendileri)

SAKINCALI PİYADE

$
0
0



Sanırım ilk tanıdığımda 15 yaşımdaydım.

Bütün arkadaşlarımın oraya buraya dağıldığı yazlıklarına gittiği ,bizimse bir yere gitmediğimiz yazlardan biriydi .

Evdeydim canım sıkılıyordu.Okuyacak kitabım yoktu.Elimde okunacak kitaplar bitince tanıdığım eş dosttan ister, buyur ederlerse kütüphanelerine süne zararlısı gibi dadanırdım.Eroin krizine yakalanmış gibi evin içinde ofur pofur dolanıyordum can sıkıntısından.

Annemin zoruyla hiç hoşlaşmadığım komşu ziyareti olayına girmiştim.Komşularımız yeni taşınmışlardı .Çok tanımıyorduk bu aileyi.Siirtli karı -kocaydılar.Çocukları yoktu.

Adam tam bir Hödük'tü ...

Karısı ise o Hödükle neden evlendiğini anlayamadığım ismi gibi Çiçek gibi bir teyzeydi...

Sürekli Hödük diyorum çünkü hayatımda ilk defa karısına dayak atan bir o Hödüğü tanımıştım.O yüzden o evden taşındığımız güne kadar hep nefret ettim o adamdan...

Ve maalesef o Hödük sayesinde tanımıştım Uğur Mumcu'yu...

Ziyarette konu benim can sıkıntıma gelince annem pat diye "Kitabınız var mı Nur'un okuyacak kitabı yok çok sıkılıyor" diye sordu.Ben kıpkırmızı oldum .Annem sanki bir fincan un ister gibi bana kitap istemişti.Çiçek teyze gitti içerden bu kitabı getirdi."Sakıncalı Piyade" dedi ki "Bu eşimin asker arkadaşının yazdığı kitap belki seversin aman dikkatli oku ,eşime imzalı olduğu için gözü gibi saklıyor....

Hödük komşunun o kitabıyla tanıdım işte rahmetliyi.Kitabın bir yerinde asker arkadaşları olarak ismi de geçiriyordu Hödüğün.Kitabı aynı gün okuyup geri iade edince Çiçek teyzenin çok hoşuna gitmiş hep bana kitap alır olmuştu.

Yıllar sonra bir gün bir yerlerde bir bomba patladı."Uğur Mumcu" öldürüldü dediler.


Cenaze töreni yapıldı.Devlet erkanı "suçluları yakalayacağız" dediler.

Kişiler değişti .

Her sene bu minvalde bir şeyler söylendi.

Her sene ocak ayının 24'ünde "Uğurlar olsun'u söyledi Selda Bağcan...

Her sene bir takım aydınlar ,parti mensupları ve sevenleri ailesiyle birlikte mezarına karanfiller bıraktılar.

Kan kırmızısıydı karanfiller.

Neden kırmızı?Kanı yerde kaldığı için mi?İçleri kan ağladığı için mi?

Bugün 18. yılmış...

Ailesi 18 yıldır yılmış...

18 yıl olmuş öldüreli ve maalesef ki diğerleri gibi hala faili meçhul...

Faili meçhul ,faili meçhul,faili meçhul

Aruz vezni gibi geliyor kulağa değil mi?

Maalesef değil.

Allah rahmet eylesin.

Allah bizlerin de sonunu hayır etsin.

Sağlık Olsun

$
0
0


İki haftadır kulak burun boğazcılarla pek bir haşır neşirim.Yıllardır devekuşu gibi kafamı gömdüğüm sinüzit olayım artık son raddeye geldi.Antibiyotiklerle kurumamış.Yanağımın içinde kist oluşturmuş.Ameliyat diyor doktor.Yakın zamanda cesaretimi toplarsam ameliyat masasına yatacağım sanırım.Hem yanak içindeki kistin alınması hem de burundan olmam gereken nur topu gibi bir ameliyatım var.Pöff keşke bir kaçış noktam olsa.

Maşallah diyorum.Hani kendimi cesaretli bilirdim bir çok konuda.Kendi kendime gazlarla bodozlama dalarım çok düşünmeden.Ama anladım ki müdahele hakkımın olmadığı şeyler ben de acaip bir korku uyandırıyor.Narkozu yedikten sonra hiçbir şey görmeyeceğim.Ta ki ayılana kadar.

Bu tarz bir ameliyat deneyimi geçirdiniz mi?Ya da yakınlarınızda olan var mı?Çok merak ediyorum beni neler bekliyor.Normal yaşantıma ne zaman dönebileceğim?Bunları tabi ki doktoruma sordum ama bilirsiniz onlar korkutmamak için çok fazla bir detay vermekten kaçınıyorlar.

Sağlıklı günler dilerim herkese.
Viewing all 104 articles
Browse latest View live